Romantik aşkın dönüşümü üzerine Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer ile söyleşi

Romantik Aşkın Dönüşümü Üzerine Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer ile Söyleşi.

Modern dünyanın hızlı akışı içinde, “romantik aşk” kavramı belki de hiç olmadığı kadar tartışmalı ve dönüşüm içinde. Bir yandan tarih boyunca aşkın anlamına yüklenen kültürel kodlar, diğer yandan günümüzün bireyselleşmiş yaşam biçimleri… Peki romantik aşk nasıl doğdu, nasıl evrildi ve bugün hangi toplumsal dinamiklerin gölgesinde şekilleniyor?

Bu soruların yanıtlarını aramak için Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer ile bir araya geldik. Sosyoloji ve psikoloji ekseninde yaptığı kapsamlı çalışmalarla, romantik aşkın tarihsel yolculuğunu ve modern ilişkilerdeki çelişkilerini araştıran Yıldırımer, aşkın sanayi devriminden bugüne geçirdiği dönüşümü, toplumsal cinsiyet rollerinin bu süreçteki belirleyici etkilerini ve günümüz ilişkilerinin arayışlarını bizlerle paylaştı.

Gazeteci: Hocam, öncelikle sanayi devrimi öncesinde “romantik aşk” dediğimiz kavram nasıl bir şeydi?

Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer: 18. yüzyılın sonlarından önce “aşk” bugünkü romantik çağrışımlarından oldukça uzaktı. Evlilik daha çok karşılıklı yükümlülük ve ortak yaşamın dayanışması üzerine kuruluydu. Karı ve koca; evi, tarlayı, çiftliği birlikte yönetir, duygusal bağdan çok müşterek sorumluluk öne çıkardı. Aşk, emek ve ortak yaşamın birlikteliğiydi.

Gazeteci: Sanayi devrimi bu tabloyu nasıl değiştirdi?

Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer: Sanayi devrimiyle kamusal ve özel alan ayrıldı, duygular toplumsal cinsiyet ekseninde yeniden şekillendi. Ev içi dünya “kadına ait” olarak kodlanınca, aşkın beslenmesi de kadının üzerine yüklendi. Romantik aşk, kadınsılaştırılmış bir duygusal emek alanına dönüştü. Bu dönüşüm yalnızca kadınların ev içindeki konumunu derinleştirmekle kalmadı; erkeklerin aşkı “saygıdeğer” kılarken arzularını evlilik dışı alanlara kaydırmasını da beraberinde getirdi.

Gazeteci: Bu dönemde ortaya çıkan metres ve fahişe figürleri neyi simgeliyor?

Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer: Metres ve fahişe figürleri, erkeklere konforlu bir ikili yaşam imkânı sağladı. Kadınlar içinse bu, çifte standartın keskinleşmesi demekti. Aşkın kadınsılaştırılması, kadınları hem mahrumiyet hem de saklı bir duygusal güç alanına hapsetti. Bu çelişki, modern ilişkilerde hâlâ izlerini taşıyor.

Gazeteci: Bu dönüşümü sosyoloji ve psikoloji nasıl açıklıyor?

Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer: Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernlik” kavramı burada çok açıklayıcı. Bauman, modern toplumun duyguları tüketim mantığına tabi kıldığını ve aşkın “geçici tatmin”e indirgenme riski taşıdığını söyler.

Pierre Bourdieu’nün “habitus” kavramı ise romantik aşkın kadınlara yüklenen duygusal emek rolünü, toplumsal yapının yeniden üretim mekanizmaları içinde açıklar. Kadınlar, bu rolü toplumsal beklentiler nedeniyle adeta doğal bir görev gibi içselleştirir.

Erich Fromm’un “Sevme Sanatı” gerçek sevginin karşılıklılık ve olgunluk gerektirdiğini vurgular; ama toplumsal cinsiyet rolleri bu olgunluğu çoğu zaman engeller.

Freud’un “aşk ve yas” arasındaki bağı tartışırken işaret ettiği dürtü gerilimleri de, erkeklerin romantik aşkı “saygın”, cinselliği ise “gizli” alanlara bölmesinin psikanalitik temelini gösterir.

Gazeteci: Sık sık bahsettiğiniz “Madonna–Fahişe Sendromu” nedir?

Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer: Prof. Dr. Derya Berrak ile birlikte kaleme aldığımız “Madonna–Fahişe Sendromu” başlıklı makalemizde, erkeklerin kadınları iki uç kategoride algılama eğilimini —”saygı duyulan, kutsal eş” ile “arzu edilen ama değersizleştirilen kadın”— psikanalitik ve sosyolojik boyutlarıyla inceledik.

Türkiye’nin yedi farklı bölgesinde 13 ay süren, binin üzerinde katılımcıyla yüz yüze görüşme ve anket çalışmaları yaptık. Bulgularımız, bu ikiliğin yalnızca bireysel ilişkilerde değil, kültürel temsillerde de kökleşmiş bir mekanizma olduğunu ortaya koyuyor. Bu yapı, kadınların kimliklerini daraltırken erkeklerin duygusal bölünmeyi sürdürmesine imkân tanıyor.

Bu yazıya göz atabilirsiniz: Kuşaklararası Travma: Ailenizden Size Miras Kalan Görünmez Yükler

Gazeteci: Bu ikilik günümüzde de devam ediyor mu?

Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer: Evet, araştırmamız bu ikiliğin artık sadece evlilik ve cinsellik ekseninde değil; sosyal medya, popüler kültür ve tüketim pratikleri aracılığıyla da yeniden üretildiğini gösteriyor. Günümüz ilişkilerinde “saygıdeğer sevgili” ile “arzu nesnesi” arasındaki sınır esnemiş gibi görünse de, derinlerde aynı gerilim hâlâ canlı. Kadınlara yüklenen duygusal emek, bu yapının devamını sağlıyor.

Freud’un yıllar önce dikkat çektiği bu sendromu biz çalışmamızda ilk kez bilimsel ölçek haline getirerek dünyada bir ilke imza attık. Bu ölçek yalnızca kuramsal tartışmalara değil, pratik çözüm önerilerine de zemin sunuyor.

Bu yazıyı inceleyebilirsiniz: Dijital Detoks Rehberi: Sosyal Medya Bağımlılığından Kurtulmanın 30 Günü

Gazeteci: Tüm bu tarihsel ve kültürel arka plana rağmen bugün aşkı yeniden tanımlamak mümkün mü?

Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer: Romantik aşk, tarih boyunca hem kadınlara hem erkeklere yüklenen anlamların bir yansıması oldu. Bugün ise eşitlik arayışındaki ilişkiler bu mirasın gölgesinde ilerliyor. Aşkı yeniden tanımlamak, yalnızca bireysel cesaret değil; toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan bir kültürel dönüşüm de gerektiriyor.

Bauman’ın dediği gibi, “Aşk, garanti edilemeyen bir risktir.” Bu riski eşitlik, karşılıklılık ve özgürlük temelinde göze almak, hem kadın hem erkek için romantik aşkı yeniden insanileştirmenin tek yolu gibi görünüyor.

Bu ufuk açıcı söyleşi için Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer’e gönülden teşekkür ediyoruz. Romantik aşkın tarihsel serüveninden toplumsal cinsiyet rollerine uzanan derinlikli analizleriyle bize hem düşünsel hem de duygusal bir yolculuk yaşattı. Sayın hocamızın yalnızca aşk değil; psikoloji, sosyoloji ve modern toplumun pek çok meselelerine dair kaleme aldığı diğer değerli yazılarına ve çalışmalarına https://www.ayaktangelensaglik.com/ adresinden ulaşabilir, bu zengin içerikten siz de ilham alabilirsiniz.

Söyleşiyi gerçekleştiren: Elif Demircan

Exit mobile version