Modern insan sessizce çöküyor…
Günümüz insanı hiç bu kadar “yorgun”, hiç bu kadar “sessiz” olmamıştı. Ne var ki bu sessizlik, bir huzurun değil; aksine görünmez bir çöküşün işareti. Son yıllarda giderek artan “ani susmalar”, “bedensel kapanmalar”, “duygusal felçler” ve “psikosomatik çökkünlükler” sadece bireysel birer sorun değil—modern toplumun ruh sağlığına dair güçlü bir alarm.
Bu görünmez felci en iyi analiz eden isimlerden biri olan Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer ile, modern insanın yaşadığı travmatik yüklenmeyi, toplumun ruh üzerindeki baskılarını ve beyin-beden ilişkisini mercek altına aldık.
“İnsanlar artık ağlayamadığı yerde bayılıyor, konuşamadığı yerde susuyor.”
Hocam, son yıllarda giderek yaygınlaşan bu “ani kapanmalar”, konuşamama, hareket edememe ya da duygusal felç gibi durumların bilimsel adı nedir? Bu tablo bize ne anlatıyor?
Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer:
Psikolojide bu tabloyu “akut duygusal çökme – dissosiyatif blokaj – psikosomatik çökkünlük” diye üç aşamada tanımlarız. Aslında bu, ruhun taşıyamadığı duygusal yükü bedenin devralmasıdır. İlk aşamada beyin duygusal yükü kaldıramaz ve çökme olur; ikinci aşamada kişi gerçeklikten kopar; üçüncü aşamada ise beden kendini korumaya alarak kapanır. Bu bir hastalık rolü değil; biyolojik bir savunma mekanizmasıdır.
Modern insan ağlayamadığı yerde bayılıyor, anlatamadığı yerde susuyor, taşıyamadığı yükleri bedenine yazıyor.
Sosyologların bu tabloya bakışı ne? Bu sadece bireysel bir sorun mu hocam?
Prof. Dr. Yıldırımer:
Kesinlikle değil. Zygmunt Bauman’ın çok önemli bir sözü var:
“Modern hayat, ağırlıkları görünmez yaparak onları daha da ağırlaştırır.”
Bugün toplum herkese güçlü görünmeyi öğretiyor. “Zayıflık yok, kırılganlık yok, duygu yok.” Bu baskı yüzünden birey dayanıyormuş gibi görünürken içeride çöküyor.
Pierre Bourdieu ise “Toplum bedene yazılır” der. Yani beden, travmanın ve baskının arşividir. İnsan susar ama beden susmaz; kişi konuşamaz ama bedeni anlatır.
Hocam bu kapanma hali aslında nasıl gelişiyor?
Prof. Dr. Yıldırımer:
Travmatik stres, beyni hayatta kalma moduna geçirir. Bu da üç aşamada gerçekleşir:
- Duygusal çökme:
Kişi acıyı hisseder ama düzenleyemez. Duygular bulanıklaşır.
- Dissosiyatif kopma:
Zihin, gerçekliği perdeleyerek acıyı kesmeye çalışır. Bu nedenle kişi donuklaşır, uzaklaşır.
- Psikosomatik çökkünlük:
Beden “artık duruyorum” der. Bu bazen konuşamama, bazen hareketlerin yavaşlaması, bazen de sosyal çevreyle tamamen bağlantının kopması şeklinde olur. Bu durum bir simülasyon değil; nörobiyolojik bir tepkidir.
“Bugünün insanı duygularını bastırarak kendini tüketiyor.”
Peki neden özellikle günümüz insanında daha sık görüyoruz hocam?
Prof. Dr. Yıldırımer:
Çünkü modern dünya bizi duygularla yaşamaya değil, duyguları bastırmaya zorluyor.
- Sosyal medya herkesin güçlü görünmesini öğretiyor.
- Aile içi rol baskıları artıyor.
- Ekonomik kaygılar, yalnızlık ve ilişkisel travmalar tetikleyici oluyor.
- Destek istemek zayıflık gibi görülüyor.
Anthony Giddens’ın dediği gibi:
“Modernite bir duygusal risk toplumudur.”
Duygular korunaksız kaldıkça stres bedene yazılıyor.
Peki bu tablo karşısında ne yapmak gerekir hocam?
Prof. Dr. Yıldırımer:
Önce fark etmek, sonra bilimsel destek almak. Bastırılan her duygu bedeni hasta eder. Konuşulamayan travma bedende görünür hale gelir. Bilimsel temelli terapi teknikleri—EMDR, BDT, beden odaklı yaklaşımlar, refleksoloji destekleri—beynin nöroplastisite kapasitesini harekete geçirerek sinir ağlarının yeniden organizasyonunu sağlar. Bu, kişinin duygularını düzenleme gücünü geri kazanmasına yardımcı olur.
İlginizi çekebilir: Kaygı Bozukluğu EMDR Refleksoloji ve Psikoterapi Yaklaşımları
Ancak her zaman vurguladığım gibi:
“Tüm bu terapiler mutlaka uzman klinik psikologlar ve psikoterapistler tarafından yürütülmeli; gerektiğinde hekim kontrolünde ilerlemelidir.”
Hocam son olarak, bu görünmez felci yaşayan kişilere ne söylemek istersiniz?
Prof. Dr. Yıldırımer:
Bauman’ın bir sözüyle bitirmek isterim:
“İnsan en çok susarken yorulur.”
Beden sustuğunda aslında ruh haykırıyordur. Bu haykırışı duymak, sadece bireysel değil; toplumsal bir sorumluluktur. Çünkü ruhu çökmeden koruyabildiğimiz her insan, toplumsal iyileşmenin en kıymetli adımıdır.
İlginizi çekebilir: Zihnin Karanlık Döngüsü: Ruminasyon Çağı ve Sessiz Tükenişimiz
Bu röportaj bana bir kez daha gösterdi ki; ruhsal dünyanın görünmez yaralarını anlamak, onu doğru okuyan uzmanlarla mümkün.
Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer, yalnızca psikolojinin değil; çağdaş sosyolojinin de en keskin gözlemcilerinden biri olduğunu bu röportajda bir kez daha kanıtladı. Modern insanın ruhsal kırılganlıklarını hem bilimsel derinlikle hem de insani bir duyarlılıkla ele alış tarzı, onu kendi alanında özgün bir konuma yerleştiriyor. Anlattıkları, günümüzün görünmez yaralarını anlamamız için rehber niteliğinde.
Kendisinin özellikle travma, dissosiyasyon, modern toplumun duygusal yapısı, aile ilişkileri ve psikosomatik tepkiler üzerine geliştirdiği bütüncül yaklaşım; Türkiye’de ve yurtdışında geniş bir okur ve danışan kitlesi tarafından yakından takip ediliyor. Hem akademisyen hem araştırmacı hem de klinisyen olarak çok yönlü bir perspektife sahip olması, söylediklerine ayrı bir ağırlık katıyor.
Prof. Dr. Yıldırımer’in analizleri sadece bugünü anlamamıza değil; aynı zamanda ruhsal dayanıklılığımızı güçlendirmemize de ışık tutuyor. Modern çağın görünmez felçlerini çözmek için onun gibi isimlerin sesine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Hocamızın güncel makalelerini, bilimsel yazılarını ve toplum psikolojisine dair kapsamlı analizlerini düzenli olarak https://www.ayaktangelensaglik.com/ adresinden takip edebilirsiniz.

























